21 Haziran 2010 Pazartesi

Smultronstallet'teki Gündüz Düşleri Üzerine

Sevdiğim yönetmenlerin başında Bergman, sevdiğim Bergman filmlerinin başında Smultronstallet (Yaban Çilekleri) gelir.

2 yıl önce Oğuz Onaran'ın Film Analizi dersinde bu filmle ilgili bir sunum yapmıştım. Tam metni duruyor ama ben bu yazıda filmin tek bir özelliğine değinmek istiyorum. Meraklısına tam metnini e-posta yolu ile ulaştırabilirim.



Yaban Çilekleri'nin beni en çok etkileyen kısmı Isak Borg'un kuzeni Sara'nın ilk kez göründüğü gündüz düşüdür. Marianne, Isak'ı gençliğinin geçtiği yerde yalnız bırakır ve Isak, bir düş görür. Tam olarak düş denmemeli aslında, zira Isak, düşe geçerken “geçmiş, tüm gerçekliğiyle gözümün önünde canlanıverdi” der. İlginçlik de burada, hatırladığı anı, aslında görmediği bir andır. O zaman nasıl “tüm gerçekliğiyle gözünün önünde canlanmaktadır”? Bu noktada biraz Isak Borg’tan bahsetmek istiyorum. İleriki sahnelerde göreceğimiz üzere Sara, Isak yerine kardeşi Sigbritt’i tercih etmiştir. Bu Isak’ı etkilemiştir elbette, fakat benim düşünceme göre bu olay, Isak’ı diğer eleştirmenlerin/sinema yazarlarının düşündüğünden daha fazla etkilemiştir. Filmle ilgili bütün incelemelerde bu konunun “geçmişiyle hesaplaşmadır” denilip geçildiğini gördüm, fakat filmde beni en çok etkileyen kısım bu nokta oldu. Isak, şu anda geçmişi anımsamamaktadır, kafasında kurmaktadır. Olayı paylaşılamayan kuzen, ya da kız meselesi gibi yüzeysel bir boyuta indirgemek istemiyorum kesinlikle. Kibirli bir insanın yaralanmasıdır bu. Isak’ın gençliğinde kendisini çevresindekilerden üstün gördüğünü ve kibirli olduğunu tahmin ediyorum; evdeki diğer karakterlere baktığımızda; saygı duyulacak bir karakter göremiyoruz; ya da Isak’tan üstündür diyebileceğimiz birini. Bence Isak’ın olay hakkındaki düşünceleri şöyle; kendisi erdemli, kültürlü, zeki, geleceği parlak ve Sara ile nişanlı olduğu halde ; Sara Sigbritt’i tercih etmiştir. Bu Isak için bir yıkımdır, fakat Sara’dan bağımsız, yetersizlik; ve bu yetersizliği ailenin görmesinden kaynaklanan bir yıkım. Nietzsche şöyle der zerdüşt’te : “yaralanmış kibir bütün dramların anası değil midir?”. Kendini çevresindekilerden üstün gören Isak, muhtemelen ailenin en erdemsiz ve aşağılık insanı olarak gördüğü kardeşi kendisine tercih edilince yıkılmıştır. Düşün sonraki bölümleri de bunu doğrular nitelikte, evin en yaşlı ve- saygın olması gereken- üyesi Aaron amca, bir komedi öğesi gibi çıkıyor karşımıza. Evdeki diğer insanlar da Isak’ın kendisini onlardan üstün görebileceği insanlar.

Biraz sonraki hayalde ikizler sayesinde bütün aile bu olayı öğreniyor, Isak için oldukça küçük düşürücü. Demek istediğim, bu yaralanmış kibir ve yetersizlik duygusunun Isak’ın hayatında büyük rol oynadığı, hatta şu anki asosyal ve izole hayatında pay sahibi olduğudur. 60 yıl sonra hala bunları kafasında kurması, Sigbritt’in Sara’yı nasıl baştan çıkardığını, ailenin olayı nasıl öğrendiğini hayal etmesi, bunun bir göstergesi değil midir? Sara Charlotta ile konuşurken, “Isak daha bir çocuk” demektedir. 60 yıl sonra kendisini böyle aşağılaması, olaydan ne kadar etkilendiğini anlatmaya yeter bence.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder