30 Eylül 2015 Çarşamba

Haneke'nin başyapıtı - La Pianiste

Aslında hanekenin en büyük hayranı sayılmam. Yine de başyapıtı olarak değerlendirdiğim la pianiste'in üzerimdeki etkisi büyüktür. Sinema tarihinin en hastalıklı anne-çocuk ilişkilerinden birinin (sanırım norman bates-norma bates ikilisinden sonra ikinci sıra için yarışabilir) sonucunda
yine sinema tarihinin en hastalıklı karakterlerinden biri ortaya çıkar: Erika Kohut. Isabelle Huppert'ten başkasını düşünemezdik bu rolde.

Bu yazım önemli miktarda spoiler içeriyor, o yüzden filmi izlemediyseniz okumanızı tavsiye etmiyorum.

Filmin açılışıyla birlikte sorunlu karakterlerle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz, Erika ve annesinin konuşmaları, birbirlerine vurmaları, hala birlikte uyumaları; bir şeylerin ters gittiğini açıkça ortaya koyuyor.

Erika başarılı bir piyano öğretmeni olmakla birlikte, aşırı korumacı annesinin baskıları altında ezilmiş, filmde özellikle bastırılmış cinselliği ön plana çıkan bir kadın. Bu bastırılmış cinselliğin bir noktada dışa vurması kaçınılmaz, ve alışılmış Haneke tarzında, bu durumun seyirciye sezdirilmesi değil, seyircinin gözüne sokulması söz konusudur. Aşağıdaki gibi.


Filmin bu kadar rahatsız edici olması da buradan geliyor, Erika'nın fantazileri, alışılmışın dışında cinsel haz alma teknikleri o kadar açıkça sunuluyor ki, normal bir cinsel hayata sahip birinin zevkleri/tercihleri/fantazileriyle bile bu kadar haşır neşir olmak seyirciyi rahatsız edecekken, Erika'nın geleneksellikten olabildiğince uzak fantazileri ve cinsel haz teknikleri yüzümüzde tokat gibi patlıyor.

Ardından Walter Klemmer'in hikayeye dahil oluşu... "normal" Walter'in Erika'yla yaşadığı ilişki, kendisinin en başta sandığı/umduğu gibi toz pembe olamıyor maalesef. Walter, ana akım erkeklerin bir temsilcisi olarak sunulmuş filmde, kendine güvenen, güler yüzlü, yakışıklı, hokey oynayan, mühendis olmasının yanında müziğe de yetenekli Walter, gerçek yüzünü ilk kez gördüğü "mektup sahnesi"nde Erika'ya "tedavi görmesi gerektiğini" söyler. Bundan sonraki bölümde Erika'nın soğuk-mesafeli-kibirli halinden adeta zavallılığa geçişi muhteşemdir.


Walter Erika'ya "tedavi görmesi gerektiğini" söylerken haklıdır elbette, ama filmin sonunda "gerçek erkek/delikanlı walter"ın, erika'ya dersini verdiği, bir erkeğe bu şekilde davranamayacağını öğrettiği sahnede, Walter karakterine en başta beslediğimiz sempati tamemen yok olur. Ara sıra düşünürüm, acaba daha toy ve çekingen bir Walter karakteriyle, mesela The Reader'da Ralph Fiennes'in gençlik haliyle nasıl biterdi bu film?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder